Tanrı'nın Mutlak Egemenliğini Tanımlamak

Tanrı’nın egemenliği nedir? Bu tanrısal nitelik ne anlama gelir? Ve nasıl yaygın olarak yanlış anlaşılıyor?
Giriş
Ya RAB, büyüklük, güç, yücelik, zafer ve görkem Senindir. Gökte ve yerde olan her şey Senindir. Egemenlik Senindir, ya RAB! Sen her şeyden yücesin.
Tanrı’nın egemenliği bir zamanlar genel olarak anlaşılmış olan ilahi bir niteliktir. Dini literatürde yaygın olarak kullanılan bir ifadeydi. Vaaz kürsüsünde sık sık dile getirilen bir temaydı. Pek çok yüreği rahatlatan ve Hristiyan karakterine canlılık ve istikrar kazandıran bir gerçekti.
Ancak bugün, Tanrı’nın egemenliğinden söz etmek, birçok çevrede bilinmeyen bir dilde konuşmak gibi bir şeydir. Sıradan bir vaaz kürsüsünden konuşmamızın konusunun Tanrı’nın egemenliği olacağını ilan etseydik, kulağa ölü dillerden birinden bir ifade kullanmışız gibi gelirdi. Bu şekilde olması çok yazık! Tarihin anahtarı, ilahi takdirin yorumu, Kutsal Kitap’ın dokusunu oluşturan genel yapı ve Hristiyan ilahiyatının temeli olan bu doktrinin bu denli ihmal edilmesi ve böylesine az anlaşılması gerçekten üzücüdür.
Kutsal Kitap’taki Tanım
Tanrı’nın egemenliği — bu ifade ile ne demek istiyoruz? Tanrı’nın üstünlüğünü, Tanrı’nın krallığını, Tanrı’nın tanrılığını kastediyoruz. Tanrı’nın egemen olduğunu söylemek, Tanrı’nın Tanrı olduğunu beyan etmektir. Tanrı’nın egemen olduğunu söylemek, O’nun En Yüce olduğunu, “gökteki güçlere de dünyada yaşayanlara da dilediğini yapar; O’nun elini durduracak, O’na, ‘Ne yapıyorsun?’ diyecek kimse yoktur” (Daniel 4:35) diye ilan etmektir. Tanrı’nın egemen olduğunu söylemek, O’nun Her Şeye Gücü Yeten, göklerdeki ve yerdeki tüm gücün Sahibi olduğunu, dolayısıyla hiç kimsenin O’nun kararlarını bozamayacağını, amacını engelleyemeyeceğini ya da iradesine karşı koyamayacağını tasdik etmektir (Mezmur 115:3). Tanrı’nın egemen olduğunu söylemek, O’nun “ulusların yöneticisi” (Mezmur 22:28) olduğunu, krallıklar kurduğunu, imparatorluklar yıktığını ve hanedanların gidişatını hoşuna giden şekilde belirlediğini beyan etmektir. Tanrı’nın egemen olduğunu söylemek, O’nun “tek Hükümdar, kralların Kralı, rablerin Rabbi” olduğunu ikrar etmektir (1. Timoteos 6:15). İşte Kutsal Kitap’ın Tanrısı böyledir.
Yaygın Yanlış Anlaşılması
Kutsal Kitap’ın Tanrısı, modern Hristiyanlıkta yaygın şekilde ilan edilen Tanrı’dan ne kadar da farklıdır! Bugün, Kutsal Yazılar’a bağlı olduklarını söyleyenler arasında bile en yaygın olan Tanrı anlayışı, gerçeğin zavallı bir karikatürü ve Tanrı’ya küfür dolu bir tahriftir. Bu yüzyılın Tanrısı, gerçekten düşünen hiçbir insanın saygısını kazanamayan, aciz ve zayıf bir varlıktır. Halkın zihnindeki Tanrı, duygusal bir acındırmanın ürünü olan sahte bir tasarımdır. Günümüzdeki birçok kürsünün Tanrısı, hayranlık uyandıran bir saygıdan ziyade acıma nesnesidir.
Tanrı Baba’nın tüm insanlığın kurtuluşunu amaçladığını, Tanrı Oğlu’nun tüm insanları kurtarmak için açık bir niyetle öldüğünü ve Tanrı Kutsal Ruh’un şu anda dünyayı Mesih’e kazanmaya çalıştığını söylemek — oysa ki yaygın gözlem sonucu açıkça görülmektedir ki, çoğu insan günah içinde ölüyor ve umutsuz bir sonsuzluğa geçiyor — Tanrı Baba’nın hayal kırıklığına uğradığını, Tanrı Oğlu’nun hoşnutsuz olduğunu ve Tanrı Kutsal Ruh’un yenildiğini söylemektir.
Meseleyi açıkça belirttik, ancak bu sonuçtan kaçış yok. Tanrı’nın tüm insanlığı kurtarmak için “elinden geleni yaptığını”, ancak insanların çoğunun O’nun kendilerini kurtarmasına izin vermeyeceğini iddia etmek, Yaratıcı’nın iradesinin güçsüz olduğunu ve yaratılanın iradesinin mutlak güç sahibi olduğunu ileri sürmektir. Birçoklarının yaptığı gibi suçu Şeytan’a atmak güçlüğü ortadan kaldırmaz, çünkü eğer Şeytan Tanrı’nın amacını yeniyorsa, o zaman Şeytan her şeye kadirdir ve Tanrı artık Yüce Varlık değildir.
Yaratıcı’nın orijinal planının günah yüzünden bozulduğunu ilan etmek, Tanrı’yı tahtından indirmektir. Tanrı’nın Aden’de gafil avlandığını ve şimdi öngörülemeyen bir felaketi düzeltmeye çalıştığını öne sürmek, En Yüce Olan’ı kısıtlı, hatalı bir ölümlü seviyesine indirmektir. İnsanın özgür ahlaki bir fail ve kendi kaderinin belirleyicisi olduğunu, ve bu nedenle Yaratıcısını mat edebilecek güce sahip olduğunu iddia etmek, Tanrı’yı her şeye gücü yeten niteliğinden soymaktır.
Yaratılanın, Yaratıcısı tarafından belirlenen sınırları aştığını ve Tanrı’nın şimdi, Âdem’in düşüşünün yol açtığı günah ve acı karşısında pratik olarak çaresiz bir seyirci olduğunu söylemek, Kutsal Yazılar’ın açık beyanını, yani “Çünkü insanın öfkesi sana övgüler sunacak; öfkenin geri kalanını sen engelleyeceksin”Veya “İnsanların gazabı bile sana övgüler doğuruyor, Gazabından kurtulanları çevrene topluyorsun.” (Mezmur 76:10) sözünü reddetmektir. Başka bir deyişle, Tanrı’nın egemenliğini inkâr etmek, mantıksal sonuna kadar izlendiğinde düpedüz ateizme varılacak bir yola girmektir.
Kutsal Yazılar’ın Tanrısı’nın egemenliği mutlak, karşı konulamaz ve sonsuzdur. Tanrı’nın egemen olduğunu söylediğimizde, O’nun kendi yüceliği için yarattığı evreni dilediği gibi yönetme hakkını kabul etmiş oluruz. O’nun hakkının çömlekçinin çamur üzerindeki hakkı olduğunu, yani çamuru istediği şekle sokabileceğini, aynı kil yığınından bir kabı onurlu iş için, ötekini bayağı iş için şekillendirebileceğini onaylıyoruz. O’nun Kendi iradesi ve doğası dışında hiçbir kural ya da yasa altında olmadığını, Tanrı’nın kendi başına bir yasa olduğunu ve hiç kimseye hesap verme yükümlülüğü altında olmadığını ikrar ediyoruz.
Tanrı’nın Egemenliğinin Yönleri
Egemenlik, Tanrı’nın tüm varlığını nitelendirir. O, tüm niteliklerinde egemendir. Gücünü kullanmasında egemendir. O gücünü dilediği gibi, dilediği zaman, dilediği yerde kullanır. Bu gerçek Kutsal Yazılar’ın her sayfasında kanıtlanmıştır. Uzun bir dönem boyunca bu güç uykudaymış gibi görünür ve sonra karşı konulmaz bir kuvvetle ortaya çıkar.
Firavun İsrail’in çölde Rab’be tapınmaya gitmesini engellemeye cüret etti ve ne oldu? Tanrı gücünü kullandı, halkı kurtuldu ve zalim efendileri öldürüldü. Fakat kısa bir süre sonra Amalekliler aynı İsraillilere çölde saldırmaya cüret ettiler ve ne oldu? Tanrı bu sefer de gücünü ortaya koydu ve Kızıldeniz’de yaptığı gibi elini gösterdi mi? O’nun halkının bu düşmanları derhal devrildi ve yok edildi mi? Hayır, tam tersine, Rab “kuşaklar boyunca Amalekliler’e karşı savaşacak” diye yemin etti (Mısır’dan Çıkış 17:16).
İsrail Kenan ülkesine girdiğinde de Tanrı’nın gücü belirgin bir şekilde ortaya çıktı. Eriha kenti ilerlemelerini engelledi ve ne oldu? İsrail ne bir yay çekti ne de bir kılıç vurdu. Rab elini uzattı ve surlar dümdüz yıkıldı. Ama bu mucize bir daha asla tekrarlanmadı! Başka hiçbir şehir bu şekilde düşmemiştir. Diğer tüm şehirlerin kılıçla ele geçirilmesi gerekiyordu!
Tanrı’nın gücünün egemen bir şekilde kullanıldığını gösteren başka birçok örnek verilebilir. Bir örnek daha verelim. Tanrı gücünü ortaya koydu ve Davut dev Golyat’ın elinden kurtuldu; aslanların ağızları kapandı ve Daniel aslan ininden yara almadan çıktı; üç İbrani çocuk kızgın fırına atıldı ve zarar görmeden ve yanmadan çıktılar. Ancak Tanrı’nın gücü her zaman halkının kurtuluşu için araya girmedi, çünkü şunu okuyoruz: “Daha başkaları alaya alınıp kamçılandı, hatta zincire vurulup hapsedildi. Taşlandılar, testereyle biçildiler, kılıçtan geçirilip öldürüldüler. Koyun postu, keçi derisi içinde dolaştılar, yoksulluk çektiler, sıkıntılara uğradılar, baskı gördüler” (İbraniler 11:36-37).
Ama neden? Neden bu iman adamları da diğerleri gibi kurtarılmadı? Ya da neden diğerleri de bunlar gibi öldürülmedi? Neden Tanrı’nın gücü araya girip bazılarını kurtarırken diğerlerini kurtarmasın? Neden İstefanos’un taşlanarak öldürülmesine izin verdi ve sonra Petrus’u hapisten kurtardı?
Tanrı Gücünü Başkalarına Devretmede Egemendir.
Tanrı neden Metuşelah’a tüm çağdaşlarından daha uzun yaşamasını sağlayacak bir hayat gücü bahşetmiştir? Tanrı Şimşon’a neden başka hiçbir insanın sahip olmadığı bir fiziksel güç verdi? Yine şöyle yazılmıştır: “Ancak bu serveti toplama yeteneğini size verenin Tanrınız RAB olduğunu anımsayın” (Yasa’nın Tekrarı 8:18), ama Tanrı bu gücü herkese aynı şekilde bahşetmez. Neden vermiyor? Morgan, Carnegie, Rockefeller gibi adamlara neden böyle bir servet verdi? Tüm bu soruların yanıtı şudur: Çünkü Tanrı egemendir ve egemen olduğu için de dilediğini yapar.
Tanrı Merhametini Kullanmakta Egemendir.
Ve bu zorunlu olarak böyledir, çünkü merhamet, merhamet edenin iradesiyle yönlendirilir. Merhamet insanın sahip olduğu bir hak değildir. Merhamet, Tanrı’nın zavallılara acıdığı ve onlara yardım ettiği sevimli niteliğidir. Fakat Tanrı’nın adil yönetimi altında, hak etmeden zavallı olan hiç kimse yoktur. O halde merhametten yararlananlar sefil olanlardır ve tüm sefalet günahın sonucudur, dolayısıyla sefil olanlar merhameti değil cezayı hak ederler. Merhameti hak etmekten bahsetmek terimlerin çelişkisidir.
Tanrı merhametini dilediğine verir, dilediğinden de esirger. Bu gerçeğin dikkate değer bir örneği, Tanrı’nın çok benzer koşullar altında sunulan iki adamın dualarına yanıt verme biçiminde görülür. Tek bir itaatsizlik eylemi yüzünden Musa’ya ölüm cezası verildi ve Musa affedilmesi için Rab’be yalvardı. Ama talebi kabul edildi mi? Hayır; İsrail’e şöyle dedi: “RAB sizin yüzünüzden bana öfkelendi, yalvarışıma kulak asmadı. Bana, ‘Yeter artık!’ dedi, ‘Bir daha bu konudan söz etme Bana’” (Yasa’nın Tekrarı 3:26).
Şimdi ikinci durumu inceleyelim:
1 O günlerde Hizkiya ölümcül bir hastalığa yakalandı. Amots oğlu Peygamber Yeşaya ona gidip şöyle dedi: “RAB diyor ki, ‘Ev işlerini düzene sok. Çünkü iyileşmeyecek, öleceksin.’” 2 Hizkiya yüzünü duvara dönüp RAB’be yalvardı: 3 “Ya RAB, yürekten bir sadakatle önünde nasıl yaşadığımı, gözünde iyi olanı yaptığımı anımsa lütfen.” Sonra acı acı ağlamaya başladı. 4 Yeşaya sarayın orta avlusundan çıkmadan önce RAB ona şöyle dedi: 5 “Geri dön ve halkımı yöneten Hizkiya’ya şunu söyle: ‘Atan Davut’un Tanrısı RAB diyor ki: Duanı işittim, gözyaşlarını gördüm, seni sağlığına kavuşturacağım. Üç gün içinde RAB’bin Tapınağı’na çıkacaksın. 6 Ömrünü on beş yıl daha uzatacağım. ...’”
Bu adamların her ikisi de ölüm cezasına çarptırılmıştı ve her ikisi de ölümlerinin ertelenmesi için Rab’be içtenlikle dua ettiler: biri, “Rab beni işitmedi” dedi ve öldü; ama diğerine, “Duanı işittim” denildi ve canı bağışlandı. Romalılar 9:15’te ifade edilen gerçeğin ne güçlü bir tasviri ve somut örneğidir bu! — “Çünkü Musa’ya şöyle diyor: ‘Merhamet ettiğime merhamet edeceğim, acıdığıma acıyacağım.’”
Tanrı'nın merhametinin egemen uygulaması, yani zavallılara gösterilen merhamet, Rab beden alıp insanların arasına yaşadığında sergilendi. Bir örnek verelim. Yahudilerin bayramlarından biri sırasında Rab İsa Yeruşalim’e gitti. Beytesta havuzuna geldi, orada “kör, kötürüm, felçli hastalardan bir kalabalık yatardı” (Yuhanna 5:3-4) ve havuzun çalkalanmasını beklerlerdi. Bu kalabalığın arasında “otuz sekiz yıldır hasta olan bir adam” (Yuhanna 5:5) vardı. Ne oldu?
6 İsa hasta yatan bu adamı görünce ve uzun zamandır bu durumda olduğunu anlayınca, “İyi olmak ister misin?” diye sordu. 7 Hasta şöyle yanıt verdi: “Efendim, su çalkandığı zaman beni havuza indirecek kimsem yok, tam gireceğim an benden önce başkası giriyor.” 8 İsa ona, “Kalk, şilteni topla ve yürü” dedi. 9 Adam o anda iyileşti. Şiltesini toplayıp yürümeye başladı.
Neden diğerlerini değil de bu adamı seçti? “Tanrım, bana merhamet et” diye bağırmadı. Hikayede, bu adamın özel bir lütuf görmesini sağlayacak herhangi bir niteliğe sahip olduğunu ima eden tek bir kelime bile yoktur. İşte burada ilahi merhametin egemen bir şekilde uygulanmasının bir örneği var; çünkü Mesih için o kalabalığın tamamını iyileştirmek, bu belirli adamı iyileştirmek kadar kolaydı. Ama kalabalığın tamamını iyileştirmedi. Gücünü ortaya koydu ve bu belirli acı çeken kişinin sefaletini giderdi; ancak sadece kendisinin bildiği bir sebepten ötürü, diğerleri için aynı şeyi yapmayı reddetti.
Tekrar söylüyoruz, Romalılar 9:15’in ne güçlü bir tasviri ve somut örneğidir bu! — “Merhamet ettiğime merhamet edeceğim, acıdığıma acıyacağım.”
Tanrı Sevgisini Uygulamakta Egemendir.
Uff, bu zor bir söz, kim kabul edebilir ki? “İnsan, kendisine gökten verilmedikçe hiçbir şey alamaz” (Yuhanna 3:27) diye yazılmıştır. Tanrı’nın sevgisini kullanırken egemen olduğunu söylediğimizde, O’nun seçtiği kişileri sevdiğini kastederiz. Tanrı herkesi sevmez;Yuhanna 3:16 dışında, dört İncil’de bir kez bile Rab İsa’nın, mükemmel öğretmenin, günahkarlara Tanrı’nın onları sevdiğini söylediğini okumayız! Elçilerin müjdeci çabalarını ve mesajlarını kaydeden Elçilerin İşleri kitabında Tanrı’nın sevgisinden hiç söz edilmez! Ancak kutsallara hitap eden mektuplara geldiğimizde, bu değerli gerçeğin — Tanrı’nın Kendisine olan sevgisinin — tam bir sunumunu görürüz. Tanrı Sözü’nü doğru bir şekilde yorumlamaya çalışalım ve imanlılara hitap eden gerçekleri alıp imansızlara yanlış bir şekilde uygulamaktan sakınalım. ...Yuhanna 3:16 ile bağlantılı olarak dikkat edilmesi gereken ilk şey, Rabbimiz’in orada Tanrı’nın merhametinin kendi ulusuyla sınırlı olduğuna inanan Nikodim’le konuşuyor olmasıdır. Mesih orada, Tanrı’nın Oğlu’nu vermekteki sevgisinin daha büyük bir amacı olduğunu, Filistin’in sınırlarının ötesine aktığını, “ötelerdeki bölgelere” ulaştığını duyurdu. Başka bir deyişle, bu Mesih’in, Tanrı’nın Yahudilere olduğu kadar diğer uluslara da lütufta bulunma amacı olduğunu duyurmasıydı. O halde “Tanrı dünyayı çok sevdi” ifadesi, Tanrı’nın sevgisinin kapsamının uluslararası olduğunu gösterir. Ama bu, Tanrı’nın Yahudi olmayanlar arasındaki her bireyi sevdiği anlamına mı gelir? Zorunlu değildir, çünkü gördüğümüz gibi, “dünya” terimi özel olmaktan çok geneldir, mutlak olmaktan çok görecelidir. “Dünya” terimi kendi başına kesin değildir. Tanrı’nın sevgisinin nesnelerinin kimler olduğunu belirlemek için, O’nun sevgisinden söz edilen diğer bölümlere başvurulmalıdır. eğer sevseydi Şeytan’ı da severdi. Tanrı Şeytan’ı neden sevmez? Çünkü onda sevilecek hiçbir şey yoktur; çünkü onda Tanrı’nın yüreğini çekecek hiçbir şey yoktur. Adem’in düşmüş çocuklarının hiçbirinde Tanrı’nın sevgisini çekecek bir şey yoktur, çünkü hepsi doğal olarak “gazap çocuklarıdır” (Efesliler 2:3). Eğer insan ırkının hiçbir üyesinde Tanrı’nın sevgisini çekmeye yetecek hiçbir şey yoksa ve buna rağmen Tanrı bazılarını seviyorsa, o hâlde O’nun sevgisinin nedeni zorunlu olarak Kendi içinde bulunmalıdır. Bu da, Tanrı’nın düşmüş insan oğullarına yönelik sevgisinin, kendi isteği ve hoşnutluğu doğrultusunda gerçekleştiğini söylemenin başka bir yoludur.
Son tahlilde, Tanrı’nın sevgisinin kaynağı O’nun egemenliğine dayanmak zorundadır; aksi takdirde, Tanrı belirli bir kurala göre severdi. Eğer Tanrı bir kurala göre seviyorsa, o zaman sevgi yasasının altında olurdu; eğer bir yasanın altındaysa, artık yüce olan O değil, yasa olurdu — yani Tanrı egemen değil, yönetilen olurdu.
“Ama” diye sorulabilir, “Tanrı’nın tüm insanlığı sevdiğini inkar etmiyorsunuz değil mi?” Şöyle cevap veririz: Yazılmıştır ki, “Yakup’u sevdim, Esav’dan ise nefret ettim” (Romalılar 9:13). Eğer Tanrı Yakup’u sevdi ve Esav’dan nefret ettiyse — hem de onlar doğmadan önce, iyi ya da kötü bir şey yapmamışken — o hâlde Tanrı’nın sevgisinin nedeni onlarda değil, tamamen Tanrı’nın kendisindedir.
Tanrı’nın sevgisinin uygulanmasının O’nun kendi egemen rızasına göre olduğu Efesliler 1:3-5 ayetlerinin sözlerinden de açıkça anlaşılmaktadır:
3 Bizi Mesih’te her ruhsal kutsamayla göksel yerlerde kutsamış olan Rabbimiz İsa Mesih’in Babası Tanrı’ya övgüler olsun. 4 O kendi önünde sevgide kutsal ve kusursuz olmamız için dünyanın kuruluşundan önce bizi Mesih’te seçti. 5 Kendi isteği ve iyi amacı uyarınca İsa Mesih aracılığıyla kendisine oğullar olalım diye bizi önceden belirledi.
Baba Tanrı, seçtiklerini İsa Mesih tarafından Kendisine evlat edinilmek üzere “sevgide” önceden belirlemiştir. Ne “uyarınca”? Onlarda keşfettiği bazı üstün özellikler uyarınca mi? Hayır. O zaman ne? Onların ne olacaklarını öngördüğüne göre mi? Hayır; esinle verilen yanıta dikkatle bakın: “Kendi isteği ve iyi amacı uyarınca.”
İnsanların, Tanrı’nın hoşnutluk sevgisi ile merhamet sevgisi arasında bir ayrım icat ettiklerinin farkındayız; fakat bu, düpedüz bir insan icadıdır, başka bir şey değildir. Kutsal Yazılar bu sonuncusunu Tanrı’nın “acıması” olarak adlandırır (bkz. Matta 18:33) ve “O, nankör ve kötü kişilere karşı iyi yüreklidir” (Luka 6:35)!
Tanrı Lütfunu Kullanmakta Egemendir.
Bu, zorunludur, çünkü lütuf, layık olmayanlara, hatta cehennemi hak edenlere gösterilen bir iyiliktir. Lütuf, adaletin zıttıdır. Adalet, yasanın tarafsız bir şekilde uygulanmasını talep eder. Adalet, herkesin ne eksik ne de fazla olmak üzere meşru hakkını almasını gerektirir. Adalet, hiçbir ayrıcalık tanımaz ve kimseye özel muamelede bulunmaz. Adalet, kendisi olarak merhamet göstermez ve affetmez. Ancak adalet tamamen tatmin olduktan sonra, lütuf akar. İlahi lütuf, adaletin pahasına değil, lütuf “doğrulukla egemenlik sürer” (Romalılar 5:21) ve eğer lütuf “egemenlik sürerse,” o zaman lütuf egemendir.
Lütuf, Tanrı’nın karşılıksız lütfu olarak tanımlanmıştır;Bu kitabın taslak halini nazikçe okuyan ve bir dizi mükemmel önerisi için kendisine teşekkür borçlu olduğumuz değerli bir dostumuz, lütfun “karşılıksız iyilikten” daha fazlası olduğuna işaret etti. Beni çağıran bir serseriyi doyurmak “karşılıksız iyiliktir” ama bu lütuf sayılmaz. Ama diyelim ki beni soyduktan sonra açlıktan ölmek üzere olan bu serseriyi doyurdum - işte bu “lütuf” olur. O halde lütuf, tam tersinin hak edileceği yerde gösterilen iyiliktir. ve eğer karşılıksızsa, o zaman hiç kimse bunu devredilemez bir hak olarak talep edemez. Eğer lütuf kazanılmamış ve hak edilmemişse, o zaman hiç kimsenin buna hakkı yoktur. Eğer lütuf bir armağansa, o zaman kimse onu talep edemez. Bu nedenle, kurtuluş lütufla, Tanrı’nın karşılıksız armağanıyla olduğuna göre, O bunu dilediğine verir. Kurtuluş lütufla olduğundan, en büyük günahkar bile ilahi merhametin ulaşamayacağı biri değildir. Kurtuluş lütufla olduğu için, övünme dışlanır ve tüm yüceliği Tanrı alır.
Lütfun egemen kullanımı Kutsal Yazılar’ın neredeyse her sayfasında gösterilmiştir. İsrail Tanrı'nın antlaşma halkı olurken, diğer uluslar kendi yollarında yürümeye bırakılır. İsmail, ilk doğan olmasına rağmen, nispeten az bir nimete sahip olarak dışlanırken, anne babasının yaşlılık döneminde doğmuş İshak, vaat çocuğu yapılır. İyi yürekli ve affedici Esav, gözyaşlarıyla dikkatle aramasına rağmen kutsamadan mahrum bırakılırken, aldatıcı Yakup mirası alır ve onurlu bir kap haline getirilir. Aynı şekilde Yeni Antlaşma’da da ilahi gerçek bilge ve akıllı kişilerden gizlenir, ama küçük çocuklara açılır. Ferisiler ve Sadukiler kendi yollarına gitmeye terk edilirken, vergi toplayıcıları ve fahişeler sevginin ipleriyle çekilir.
Göze çarpan bir şekilde, Kurtarıcı’nın doğumunda ilahi lütuf uygulanmıştır. Tanrı’nın Oğlu’nun beden alması evren tarihindeki en büyük olaylardan biriydi, ama yine de bu olay tüm insanlık tarafından bilinmiyordu; bunun yerine Beytlehem’deki çobanlara ve Doğu’nun bilge adamlarına özel olarak açıklanmıştı. Ve bu, bu dönemin tüm gidişatının kehanetsel bir göstergesiydi, çünkü bugün bile Mesih herkese bildirilmemiştir. Tanrı’nın her ulusa bir melek ordusu göndermesi ve Oğlu’nun doğumunu duyurması kolay bir iş olurdu. Ama bunu yapmadı. Tanrı tüm insanlığın dikkatini kolayca “yıldıza” çekebilirdi; ama bunu yapmadı. Neden? Çünkü Tanrı egemendir ve lütuflarını dilediği gibi dağıtır.
Kurtarıcı’nın doğumunun duyurulduğu iki gruba özellikle dikkat edin; bunlar en beklenmedik kişilerdir: okuma yazma bilmeyen çobanlar ve uzak bir ülkeden gelen yabancılar. Hiçbir melek Yahudilerin Yüksek Kurul’unun önünde durup İsrail’in Mesih’inin gelişini ilan etmedi! Din bilginleri ve hukukçular gururları ve kendilerini beğenmişlikleri içinde Kutsal Yazıları araştırırken onlara hiçbir “yıldız” görünmedi! O’nun nerede doğması gerektiğini bulmak için özenle araştırdılar, ama yine de O’nun gerçekten geldiği onlara bildirilmedi.
İlahi egemenliğin ne büyük bir göstergesiydi bu — okuma yazma bilmeyen çobanlar özel bir onur için seçilirken, bilgili ve seçkin kişiler es geçilmişti! Ve neden Kurtarıcı’nın doğumu, O’nun aralarında doğduğu kişilere değil de bu yabancılara açıklandı? Bu olayda Tanrı’nın tüm Hristiyanlık dönemi boyunca bizimle olan ilişkilerinin harika bir habercisini görün - merhametini kullanmada egemen olan, lütfunu dilediğine, çoğu zaman en beklenmedik ve layık olmayana veren Tanrı.Tanrı’nın egemenliğinin, Oğlu’nun doğduğu yeri seçerken belirgin bir şekilde ortaya çıktığına işaret edilmişti. Yücelik Rabbi, Yunanistan’a ya da İtalya’ya değil, önemsiz Filistin topraklarına geldi! İmmanuel, kraliyet başkenti Yeruşalim’de değil, Yahuda’daki sayısız kasaba ve köy arasında küçük olan Beytlehem’de doğdu (Mika 5:2)! Ve O, küçümsenen Nasıra’da büyüdü! Gerçekten de Tanrı’nın yolları bizimkiler gibi değildir.
Bu makale Arthur W. Pink’in “The Sovereignty of God” adlı kitabının 1. bölümünden Türkçeye çevrilmiş bir alıntıdır.
Yorumlar