Güvey İçin Yas Tutmak

Mesih’in iki gelişi arasında uzayıp giden günlerde yaşıyoruz. Hayatlarımız ve yüreklerimiz bu farklı dönemler arasında mahsur kalmış gibidir. Sanki bir yanımız iman, sevgi ve hatırlamayla İsa’nın ilk gelişine yönelirken, diğer yanımız O’nun ikinci gelişine umutla, bastırılamaz bir özlemle ve sevgi dolu bir arzuyla bakar. Ve O’nu gerçekten sevdiğimiz için, şimdiki gecikme bizi bu radikal ve kaçınılmaz gerilime sokar.

Petrus bu gerilimi cana karşı bir savaş olarak tanımlar (1Pe. 2:11). Pavlus bunu, “şimdiki kötü çağda” yabancılar olarak yaşamamıza benzetmiştir (Gal. 1:4). İsa bunu Kendisi, yani Güvey için sürekli bir yas olarak tanımlamıştır — artık onlarla birlikte olmadığında dostlarının yaşayacağı kaçınılmaz gönül acısı. “Güvey aralarındayken, davetliler yas tutar mı?” diye sorduğunda bunu ima etmiştir (Mat. 9:15).

İsa sorusuyla aslında O’nun için yas tutacağımızı kastetmiştir. Farkında olalım ya da olmayalım, şimdiki yaşamlarımız O’nun ayrılmadan önce söylediği bu sözlerle derinden bağlantılıdır. Güvey için yas tutmaktan söz ederken sadece on iki öğrenciyi düşünmüyordu. Sadece ilk kiliseyi de kastetmiyordu. O bizi öngördü ve dahil etti. Zamanın ve mekânın içinden baktı ve sizi ve beni gördü — O’nu görmeden sevecek olanları, iman ve umudun tatlılığıyla O’nun için acı çekecek olanları ve O’nun dönüşünü hevesle bekleyecek olanları (1Pe. 1:8). Ve bu büyük gecikme günlerinde yaşarken, O’nu seven bizler O’nu özlüyor ve O’nun yakında gelişine duyduğumuz derin arzuyla yokluğunda oruç tutuyoruz.

Gecikme Günleri

İsa ilk öğrencilerinin gözlerinin içine baktığında, onların eşsiz bir çağrıya sahip olduklarını biliyordu — kavrayamadıkları bir çağrıya. Kendisinin artık bedensel olarak yeryüzünde dolaşmayacağı ve fiziksel olarak onların arasında olmayacağı günlerin geleceğini biliyordu. Yeryüzüne tekrar gelmeden önce büyük bir gecikme olacağını anlamıştı ve bunun onlar için ne kadar zor olacağının da farkındaydı. Bu nedenle, İsa onları sürekli olarak “uyanık kalmaya” çağırarak bu gecikmeye hazırladı. Dahası, onları gidişine ve tekrar gelişine hazırlamak için benzetmeler anlattı. Ancak öğrenciler, takip edecek olan 2.000 yıllık dönemi ve bunun onlara getireceği kaçınılmaz yürek sıkıntısını hiçbir şekilde tahmin etmemişlerdi (Mat. 24:48, 25:5; Luk. 12:35-48; 1Se. 4:15).

İsa arkadaşlarına baktı ve bir daha asla eskiden yaşadıkları gibi yaşayamayacaklarını biliyordu, çünkü sevgi içlerine işlemişti ve O’nun yakınlığının sürekli deneyiminden daha azı için mahvolmuşlardı. Bunu izleyen gecikme günlerinde, O’nu seven, O’nu Dost olarak tanıyan herkes için gönül acısı ne kadar büyük olacaktı! Bir daha asla her zamanki hayatlarına geri dönemeyeceklerdi. Anılarının ve O’nunla olan deneyimlerinin gücü ve etkisi, sonunda O’nun yüzünü tekrar görene ve bir kez daha O’nunla birlikte olana kadar dinmeyecek bir acının cevapsız kalmasına neden olacaktı. İsa, O’nun yokluğunun içsel bir inilti, O’na karşı bir sevgi acısı başlatacağını ve bunun da günlerinin geri kalanı boyunca her fedakârlıklarını körükleyeceğini ve her hizmetlerini güçlendireceğini anlamıştı. Ve bir anlamda, İsa onları tam olarak bu şekilde bırakmayı arzulamıştır — ve bizim yüreklerimizin de bu şekilde işaretlenmesini arzulamaktadır: yeryüzünde gelmiş geçmiş en kibar, en gerçek, en sevgi dolu ve hiç kimseye benzemeyen Kişi’yle gerçek dostluğun derinden kavradığı kişiler olarak.

Evet, İsa bu yasın O’nu gerçekten seven herkesin yüreğini nasıl delip geçeceğini çok iyi biliyordu. Ve tam böyle olmasını istedi. O’nun ezelden beri planı buydu; dostlarının yüreklerini sevgiyle öylesine yaralamak ki, O’nun yenilenen varlığına duydukları saf arzu ve O’na ve dönüşüne duydukları iç paralayan acıyla, hayatlarını çok daha büyük bir istekle O’nun misyonuna adasınlar. İsa onların bu çağrıya layık bir yaşam süreceklerini ve pek çok kişiyi Kendisine karşı aynı türden radikal bir sevgiye yönlendireceklerini biliyordu. İsa, Başkâhinlik Duası’nda, tanıklıkları nedeniyle Kendisine iman edecek olanlardan söz etmiştir (Yu. 17:20). Başka bir deyişle, bizden bahsetti.

Dolayısıyla bugün bizler, Mesih’in iki gelişi arasında uzanan zaman diliminde yaşayanlarız. O’nun planının büyük draması ortaya çıktıkça, genel hikâye çizgisinden derinden kopmuş gibi hissetmek kolaydır, sanki tüm hikâye ya sona ermiş ve biz onu kaçırmışız ya da basitçe durmuş gibi. Oysa bu doğru olmaktan çok uzaktır.

Söz beden alıp ilk kez geldiğinde, Tanrı’yı ve O’nun sevgisini dünyaya — hatta çarmıhtaki ölümüne kadar — açıkladığında, zamanın varlığından önce Tanrı’nın öğütlerinde başlamış olan hikâye doruk noktasına ulaşan bir açıklıkla gürledi. Ancak her şey orada bitmekle kalmadı. Kusursuz hassasiyet ve kesintisiz ivmeyle ilerleyen bu büyük hikâye, çarmıh ve dirilişten sonra, ilk kilise günlerinden itibaren nesiller boyu günümüze kadar devam etti.

Çoğu zaman kendimizi bu hikâyeden uzakta zannederiz; sanki günümüzde bizler bir şekilde çarmıh ve dirilişle doruğa ulaşan hikâyenin sonrasında yaşıyormuşuz gibi — gerçeklerden yararlanıyor ama kişisel katılımdan ayrı kalıyormuşuz gibi. Fakat bu doğru değil. Ölmüş ve yeniden dirilmiş Olan yaşıyor! O, bir süreliğine uzaklara gitmiş olan ve yakında Gelinini Kendisine almak için tekrar görünecek olan bir Güveydir (Yu. 14:1-3). O’na evet dediğimiz ve kurtuluşumuzla O’na bağlandığımız için, yakında doruğa ulaşacak olan dramaya her yönüyle aktif olarak katılıyoruz.

Kendisini tanımaları ve deneyimlemeleri sayesinde öğrencilerini sevgiyle yaralaması bizim için de geçerlidir. Hatta, İsa’yı ilk gelişinde tanıyan ve seven herkesle büyük ölçüde ortak bir şeye sahip olmaya davet ediliyoruz. Bu aynı harikulade Kişi’ye duyulan sevginin aynı kardeşliğini paylaşabiliriz ve onlar nasıl hararetle O’nun gelişini bekledilerse, bizim yüreklerimiz de O’nun gelişini özlemeye, umut etmeye ve sevmeye çağrılır (1Ko. 1:7; 2Tim. 4:8; 1Yu. 1:3).

Petrus, Kilise’de bu günlerde “Rab’bin gelişiyle ilgili vaat ne oldu?” diyerek alay edecek ve her şeyin her zaman olduğu gibi devam edeceğine inanacak birçok kişi hakkında kehanette bulunmuş olsa da, İsa bizi şu anda içinde yaşadığımız bu gecikmeye gerçeğin merceğinden bakmaya çağırır (2Pe. 3:1-4). Bunu kurtarıcı bir amaçla dolu ve çağların Sevgilisi olan Kendisi tarafından yönetilen bir şey olarak görmemizi ister (2Pe. 3:8-9). Mesih’in iki gelişi arasındaki ara, bizim hayal kırıklığına uğramamız için değil, hem birçok kişinin kurtuluşu hem de Mesih’in Gelini’nin tam olgunluğu için düzenlenmişti; gecikme içimizde O’nsuz yaşanamaz bir arzu uyandırmak içindir (2Pe. 3:8; Va. 22:17). O gelecektir — ama geldiği zaman acaba yeryüzünde iman bulacak mı (Luk. 18:8)?

İsa bu dönemde dostları olarak bizden çok özel bir tepki bekliyor. O’nunla olan dostluğumuzun ve yakınlığımızın bir ifadesi olarak O’nun için yas tutan, özlem duyan ve oruç tutan yürekleri arar. O’nun yokluğunda her şey yolundaymış gibi yaşayamayan, aksine sürekli olarak O’nun ikinci gelişini özleyenleri arar. O’nun için tutulan bu yas ve O’nun gelişine duyulan özlem, O’nun bilgisinde büyümemizden kaynaklanır — bizi alaycı, imansız bir tutumun yanlışlığından döndüren ve içimizde O’nun tüm vaatlerinin güvencesini sağlayan panzehir (2Pe. 3:17-18). İsa, O’na olan tutkumuzun ve arzumuzun yoğunlaşmasının, O’nun önünde kutsal bir sevgiyle lekesiz bir şekilde yaşamakla sonuçlanmasını ister. Şu anda bile O’nun aradığı şey budur ve günümüzde de ortaya çıkan yüce hikâyede bizim oynayacağımız rol de budur.

Her kararımıza ve her sözümüze dikkat eden İsa yeryüzünde dostluk ister. O, sadece sözde hizmet etmeyen, sohbetlerine O’nun adını ara sıra katıştırmayan ya da yalnızca işlerine geldiğinde O’na inandıklarını söylemeyen bir topluluk olan Gelin’i arar. Her şey gerçekte olduğu gibi yaşayanları arar — sanki sevdiğimiz ve yakında evleneceğimiz Güvey gerçekten şu anda uzaktaymış gibi.

Bize Kutsal Ruh’unu vermiş olmasına ve O’nun içimizdeki varlığının tesellisini bilmemize ve bize Kutsal Sözünü vermiş olmasına ve bize vaat ettiği ve söylediği şeyleri bilmemize rağmen, gerçek Kişi burada bedende değildir. O’na dokunamayız; O’nu gözlerimizle göremeyiz ya da O’nun Kendi sesiyle konuştuğunu duyamayız. Her gün bir bekleyiş, bir hazırlık ve O’nun en çok özlenen tekrar gelişinin bir beklentisidir. İşlerin olduğu gibi devam etmesi doğru değildir. John Piper şöyle der: “Güvey düğünden hemen önce bir yolculuğa çıkmıştır ve Gelin her şey normalmış gibi davranamaz. Eğer O’nu seviyorsa, dönüşü için yüreği sızlayacaktır.”Piper, John: A Hunger for God - Desiring God through Fasting and Prayer. Wheaton: Crossway Books (1997), s. 86.

Sevginin birçok yönü vardır. Sevgi hakkında bildiğimiz şey, onun hem deneyimsel olarak sevinçli olduğu — arzuladığımız tüm harika zevkler ve teselliler — hem de acı verici olduğudur; yüreği acıtır. Sevgi bizi yaralar. Birini sevdiğinizde, yüreğiniz hem derin bir hazzı hem de kaçınılmaz bir acıyı deneyimlemenin paradoksunu bilir. Sevgi özler ve yas tutar. Hem sevinçli hem de kederli zamanları, neşeli ve hüzünlü günleri bilir. Her şeyden çok hayranlık duyduğumuz İsa ile olan ilişkimiz de bu gerçeğin bir istisnası değildir.

Sevgi Özler Ve Yas Tutar

Sevgiyi deneyimlemiş hiç kimse, yas ve özlemin birini sevmenin ayrılmaz ve kaçınılmaz parçaları olduğu fikrine itiraz etmeyecektir. 1999’un ilk kış ve bahar aylarında, Matt Candler adında bir çocuk kalbimi ilk kez heyecanlandırdığında, böyle bir düşüncenin ne kadar acı verici bir şekilde doğru olduğunu tüm kalbimle onaylayabilirdim — iyi ya da kötü olsun. Ah, o günlerin acısı! Matt ve ben, zamanımızın büyük bir kısmını ayrı şehirlerde yaşayarak ve yalnızca hafta sonları gidip gelerek, aramızdaki mesafeyi kapatmaya çalışarak geçirdik. Haftalar adeta kaplumbağa hızıyla ilerliyor, hafta sonları ise göz açıp kapayıncaya kadar hızla gidiyordu. Cumartesiler, bir arada olmanın sevinci ve zamanın bitecek olmasının hüznüyle karışık duygularla doluydu. Pazar günleri ise daha başından hüzünlüydü; çünkü birlikte geçirdiğimiz zamanın sona ermiş ve yeni bir ayrılık haftası başlamıştı.

O uzun haftalardan birinin ortasında, Matt’in sesinde üzüntüyle arayıp, yaklaşan bir dizi sınav nedeniyle planladığımız gibi önümüzdeki hafta sonu beni görmeye gelemeyeceğini söylediği zamanı asla unutmayacağım. Aniden dünyam sarsıldı, aklım ise baş döndürücü bir şekilde başka bir seçenek arayarak, bir tür taviz vererek, tekrar onu görmeden önce geçireceğim bir başka haftanın acısını bir şekilde hafifletmeye çalışıyordu. Ama ne kadar denediysem de — çalışmaları arasında oraya gelip onu görmeyi ya da Cumartesi günü sadece öğle yemeği için buluşmayı teklif ettiysem de — Matt umutsuz tekliflerimin hiçbirini kabul etmedi. Ve böylece üzüntü, gözyaşı, özlem ve hasret dışında hiçbir şey hissetmediğim uzun hafta sonu başladı. Arkadaşlarım, Matt hakkında saatlerce konuşmamı isteksizce dinlemekten başka beni teselli edemedi.

Cuma gecesi yavaş yavaş Cumartesi sabahına uyanırken, Matt’i özlemek dışında hiçbir şey için motivasyonum yoktu. Gün için hazırlanmayı düşündüm ama bunun için bir neden bulamadım. Birden odam ikinci kattaki penceremin altından gelen rahatsız edici korna ve bangır bangır müzik sesleriyle doldu. Sabahın yedisinde, bunun kim ya da ne olabileceğine dair hiçbir fikrim yoktu. Görmek için panjurlarımdan dışarı baktığımda, aşağıda gülümseyerek ve kahkahalar atarak bana bakan Matt’i gördüğümde şok ve heyecan dalgalarının anında beni vurduğunu hissettim. Testin ertelendiği haberini aldıktan sonra o sabah saat üçte yola çıktı ve kalbimi rahatlatacak tek şeyle — kendisiyle — bana sürpriz yaptı!

Bu hikâye ve benzerleri bizi meselenin özüne götürüyor. Gerçek bir insanı seviyoruz. Ve O’nu sevginin sevdiği şekilde seviyoruz — O uzaktayken O’nu özlüyor ve başka hiçbir şeyle teselli olmayı reddediyoruz. Yüreklerimizin özlemini yalnızca O dindirebilir. O, bizim için bir yer hazırlamak üzere uzaklara gitmiş olan ebedi Güveyimizdir (Yu. 14:1-2). Ve her ne kadar O bize Kendi Ruhu’nu vermiş olsa da, biz hala O’nunla yüz yüze olmayı, bulunduğu yerde O’nunla birlikte olmanın ve O’nun yüceliğini görmeyi özlüyoruz (Yu. 17:24).

Kutsal Ruh’un rolü sadece bizi teselli etmek değil, İsa’ya karşı sürekli olarak daha derin ve daha güçlü bir sevgi, hatta O’na karşı daha büyük ve daha ateşli bir özlem uyandırmaktır. Güveyimizin önünde duracağımız o muhteşem güne bizi hazırlamak O’nun görevidir (Va. 19:7). Kutsal Ruh bize İsa’nın söylediklerini hatırlatır ve gelecekte olacakları bildirerek, İsa’nın olandan alıp yüreklerimize söyleyerek bizi güçlendirir (Yu. 14:26; 16:13-14). Tıpkı eski Yahudi düğün geleneğinde damadın nişanlısı için bir ev hazırlamaya gitmeden önce ona her zaman bir armağan bırakması gibi, Güvey İsa da O’nun istikrarlı sevgisini ve kesin olarak geri dönüşünü sürekli olarak hatırlayabilmemiz ve bundan emin olabilmemiz için içimizde Kendi Ruhu’nun armağanını bırakmıştır (Yu. 14:17). Ruh bizim için bizi hazırlamaya ve O’na layık kılmaya kıskançlıkla can atan Rab İsa’nın sürekli varlığıdır (Yak. 4:5). O, anlatılamaz ve değeri ölçülemez bir armağandır. Yine de Kutsal Yazıların tümü, bu varlığın sadece bir ön tat, bir peşinat, bir güvencedir ve O’nun dönüşünde deneyimleyeceğimiz İsa’yla samimi varlığın doluluğunun bir garantisi olduğunu kanıtlar (2Ko. 1:22; 6:16).

Tıpkı ayrı kaldığımız sevdiğimiz birinden gelen bir mektubun bizi teselli ederken aynı zamanda yüreğimizi onlara karşı daha büyük bir özlemle doldurması gibi, Ruh da bizi Mesih’in içimizdeki varlığıyla teselli ederken O’nu nihayet yüz yüze görme özlemini de doğurur (Rom. 8:24; 1Ko. 13:12). İsa Başkâhinlik Duası’nda, “Ben onlarda, Sen Bende” derken ve hemen ardından, “Baba, bana verdiklerinin de bulunduğum yerde benimle birlikte olmalarını ve benim yüceliğimi görmelerini istiyorum” (Yuhanna 17:23-24) diye dua ederken, içimizdeki Ruh’un yüceliğinden söz etmiştir. Ruhu aracılığıyla içimizde olmasına rağmen, İsa tam mirası için haykırdı — Baba’nın O’na verdiği herkes bulunduğu yerde O’nunla birlikte olsun diye.

Şimdi, Gelini için kendi kıymetli kanı pahasına ‘başlık parası’nı ödeyerek geldikten sonra bir süreliğine ayrılan Güvey’e nişanlı olanlar gibi yaşıyoruz (2Ko. 11:2; Ef. 5:25-27). Bu çağın sonunda bizi bekleyen gerçek bir düğün günüdür; yeryüzündeki bütün düğünlerimizin yanında soluk kalacağı bir gün. Bu son, tüm başlangıçların başlangıcını ve tüm ebedi çağlar için en büyük sevince işaret eder. Ancak şimdiki çağda, sadece yeni bir gün için değil, gerçek bir yüz için; sadece daha yüce bir çağ için değil, uzun zamandır beklenen bir kucaklaşma için; sadece görkemli bir krallık için değil, gerçek bir Kral için iman, umut ve sevgi dolu yüreklerle özlem duymanın sürekli gerilimi içinde kalıyoruz.

O gelecek güne kadar, bildiğimiz hayat O’nun yokluğunda şu anda iyiymiş ve O geri döndüğünde daha da iyi olacakmış gibi yaşayamayız. Gelecek çağ sadece bu çağın daha iyi bir versiyonu değildir. Aksine, bu iki dönem — O’nun yokluğu ve varlığı — bu en temel anlamda birbirinin tamamen zıddıdır: çünkü şu anda İsa burada değildir. Ama o gün burada olacak. Şu anda uluslar arasında İsa’ya hayranlık duyulmuyor. O layık görülmüyor. O’na hak ettiği sürekli tapınma verilmiyor. Ama bir gün verilir (Zek. 14:16; Fil. 2:10). Şu anda çocuklarımız O’nun kişiliğinin görkemini yücelten ve O’na En Yüce Tanrı olarak tapınan bir kültürde yaşamıyorlar, ama bir gün yaşayacaklar. Şu anda hastalık ve acı, günahkârlık, yoksulların ve zayıfların ezilmesi ulusları sarmış durumdadır. Ancak O geldiğinde ve doğrulukla hükmettiğinde, bu tür kötülükler artık olmayacaktır (Va. 21:3-4).

O güne kadar, bildiğimiz her türlü teselli, sevinç ve mutluluk, İsa’nın kişiliğindeki ve O’nun görüneceği gündeki umudun sarsılmaz çıpasına sabitlenmiştir (Tit. 2:13; İbr. 6:19). Önceden bazı tatlar aldık, ama gelecek olanın doluluğunu özlemle bekliyoruz. Şu anda imana dayanarak yaşıyoruz. O gün görülene dayanarak yaşayacağız (2Ko. 5:7). Şu anda göremediğimiz bir şeyi umut ediyoruz. O zaman umut artık olmayacak, çünkü görülen umut, umut değildir (Rom. 8:24). Şu anda gözlerimizin hiç görmediği Biri’ni seviyoruz (1Pe. 1:8). O zaman yüz yüze görecek ve bilindiğimiz gibi bileceğiz (1Ko. 13:12).

Önümüzdeki İkilem

Evet, sevgili yokken sevgi her zaman özlem duyar ve hasret çeker; İsa’yı O’nun gelişleri arasındaki dönemde sevenler olarak bizler de her şekilde böyle bir özleme maruz kalırız. Ancak bu bizi bir ikilemle karşı karşıya bırakıyor — belli bir acısı olan bir zorluk. İkilem şudur ki, aklımız O’nun burada olduğunu ve sonra cennete götürüldüğünü bilse de — ve ağzımız O’nun dönüşünü bekleyen Gelini olduğumuza tanıklık etse de — yüreklerimizin O’na duyduğu özlem içinde bulunduğumuz zamanla orantısızdır. Buradaki zorluk, İsa’ya karşı derin bir sevgi duyduğumuzu iddia etmemize rağmen, işlerin gidişatından duyduğumuz memnuniyetin derecesinin, sevgi yasalarında ciddi bir hata yapmış olabileceğimizi göstermesidir. Evet, İsa’yı seviyoruz. Peki O’nu bu kadar seviyorsak, yokluğunda da O’nu çok özlememiz gerekmez mi? Onsuz yaşayamayacağımız Kişi olduğu için O’nun gelişini özlemle beklemez miyiz? Yaşamamız gereken acı, bu soruyu kendimize yönelttiğimizde ortaya çıkar: O’nun için yas tutmamamız, O’nu gerçekten tanımamamızla önemli ölçüde bağlantılı olabilir mi?

Gerçek şu ki, sevdiklerimize yakın olmayı arzular ve onlardan uzaklaşmaktan nefret ederiz. Eğer bir başkasını gerçekten seviyorsak, sevdiğimiz kişiden ayrılığımız bir acı ve yas da beraberinde gelmelidir. Aksi takdirde, bunun gerçekten sevgi olup olmadığını ya da “sevdiğimiz” kişiyi gerçekten tanıyıp tanımadığımızı sorgulamak için geçerli nedenlerimiz olur.

Ve eğer bir şekilde bu ayrılıktan memnun olma durumu aslında sevginin bir versiyonu olsaydı, bunu ne kolayca ne de isteyerek sevgi olarak kabul ederdik. Çünkü karısını gerçekten seven hangi koca, karısı yanından alındığında rahatsızlık ve sıkıntı çekmeden yaşayabilir ki? Onu geri getirmek için gece gündüz savaşmayacak mı, her ayrılık gününde yüreği hastalanırken? Kocası savaşa gönderildiğinde hangi kadın ilgisiz kalabilir ki? Her gün onun dönüşü için amansız bir özlem içinde yaşamaz mı?

Alçakgönüllülükle kendi yüreklerimizi sorgulamaya istekli olursak, sevginin yasalarını ihlal edenlerin biz olduğumuzu görebiliriz. İsa’nın aradığı, onsuz geri dönmeyi reddettiği şey, dünyada nadir bulunan bir şeydir. Bu, şimdilik yanında olmayan Güvey’e derin bir sevgi besleyen, sadece ara sıra değil sürekli olarak O’nun görünmesini arzulayan bir Gelinin yüreğidir.

Wayne Grudem, Sistematik Teoloji adlı kitabında bu ikilemi çok iyi ifade etmektedir:

Hristiyanlar gerçekten de Mesih’in dönüşünü sabırsızlıkla bekliyor mu? Hristiyanlar bu yaşamın iyi şeylerinden ne kadar çok zevk alır ve gerçek Hristiyan kardeşliğini ve Mesih’le kişisel ilişkilerini ne kadar çok ihmal ederlerse, O’nun dönüşünü o kadar az özlerler. . . . O halde, bir dereceye kadar, Mesih’in dönüşünü gerçekten ne kadar özlediğimiz, kendi yaşamlarımızın o andaki ruhsal durumunun bir ölçüsüdür.

Wayne Grudem: Systematic Theology - An Introduction to Biblical Theology. Grand Rapids: Zondervan (1994), s. 1093.

Günümüzde Mesih’in Bedeni olarak bizler, teolojimizi bir şekilde kendimizi Mesih olan gerçek Kişi’den ayırmak için bir araç olarak kullandık. O’nun ikinci gelişini eskatoloji olarak adlandırıyor ve bunun şeklini ve zamanlamasını belirlemeye çalışıyoruz. Son zamanlara ilişkin duruşumuzu buna göre seçeriz. İsa’nın ilk gelişini kabul ediyoruz ama ikinci gelişi söz konusu olduğunda günlük yaşamlarımız için büyük bir önem taşımadığını iddia ederek geri çekiliyor ve tereddüt ediyoruz. Ancak tüm bunlar olurken unutulmaması gereken bir şeyi unutuyoruz. O’nun gerçek bir kişi olduğunu unutuyoruz. O yaşıyor ve şimdi bile Baba’nın sağında oturuyor, düşmanlarının O’nun ayaklarına tabure yapılacağı günü bekliyor (İbr. 10:13). İsa ilk gelişinde beden almıştır ve şimdi bile sadece bir ruha değil, dirilmiş bir bedene sahiptir. Bedensel olarak tekrar yeryüzüne gelecektir — beden almış yaşayan Tanrı’nın kendisi (Elç. 1:9-11; Fil. 3:21). Bir şekilde, İsa’nın sonsuza dek beden alışının bu hatırlatması, yüreklerimizin O’nun tam da şu anda ne kadar canlı olduğunu anlamasına yardımcı olur.

Ve her şeyden önce, ikinci gelişin bir dizi fikirden çok daha fazlası olduğunu unutuyoruz. Son derece kişiseldir. Sevgi zaman dilimlerini değil, kişileri seçer. Biz bir çağı değil, Tanrı olan bir İnsanı seviyoruz. Ve biz O’nun varoluşunun bir kısmını değil, tamamını seviyoruz. Eğer çocuklarımı hayatlarının sadece bir bölümünde sevseydim ve o noktadan sonra sadece çocukluklarından, ergenliklerinden ve gençliklerinden bahsetseydim, sonraki yıllarda onlarla hiç devam etmeseydim, onları gerçekten sevmiş olur muydum? Bir insanı sevmek, onu parça parça değil, bütünüyle sevmektir. O’nu sevdiğimiz için, şimdiden bildiklerimizi ve gördüklerimizi sevgiyle kucaklarken, aynı zamanda henüz görmediklerimize dair hevesli beklentimizi ve özlemimizi de dile getirmekten geri durmayız.

İsa’yı derinden sevdiğimizi iddia etmemize ve haklı olarak O’nun bizim her şeyimiz olduğunu söylememize rağmen, konu O’nun dönüşüne geldiğinde, işin gerçeği ortaya çıkarsa, O’nun geri gelmesini gerçekten istemeyebiliriz, en azından henüz değil. O’nun görkemli görünüşünden söz etsek de, bir yanımız bunun günümüzde gerçekleşmesini gerçekten istemez. Neden? Çünkü yüreklerimizin derinliklerinde, şimdiki yaşamlarımızın kesintiye uğramasını da, O’nun gelişinden önce yaşanacağını bildiğimiz sıkıntıları da istemiyoruz. Rahatımıza düşkünüzdür ve beladan ya da bilinmeyenden hoşlanmayız. Uzun ve zengin bir yaşam sürmeyi, çocuklarımızı ve torunlarımızı huzur ve güven içinde büyütmeyi, yaşlılıktan ölüp cennete gidene kadar rahat yaşamayı tercih ediyoruz. Yaşamlarımız, bu geleceği iki çağın dramatik geçişinden, kehanet edilen sıkıntılardan, bahsedilen sınamalardan ve İsa’nın yeniden ortaya çıkışının zaman diliminde önceden bildirilen acılardan daha çok tercih ettiğimize tanıklık eder (Mat. 24; Luk. 21:7-36). Ancak sevgi böyle bir seçeneğe izin vermez. Sevgi, sevilenin yokluğunda özlem duyar ve ayrılığa razı olmaz.

Yas Tutmak İçin Zaman

İşte İsa’nın geleceğini çok iyi bildiği gerilimli günlerdeyiz. Zamanın alametleri kapılarımıza dayanıyor ve ulusların öfkesi şeytani ayartmanın kabarmasıyla birlikte her yanımızı sarıyor. Bu belirtileri gözardı etmemeli ve İsa’nın dönüş zamanını bilemeyeceğimiz bahanesiyle kendimizi avutmamalıyız (Mat. 24:36; 25:13; Mar. 13:32-37). Böyle bir tepki, İsa’nın, O’nun gelişine dair her işaret, her hareket ya da belirti için tetikte olma çağrısının özünü hiçe sayar. Bu sarsıntılı zaman diliminde, tahta oturmuş Güvey’in ateşli gözleri, dostlarının yüreklerinde — Gelin’inin yaşamlarında — yanan bir yas ve sürekli bir uyanıklık arayışındadır. O tamamen rastgele bir zamanda gelmeyecektir. O inilti olmadan bir daha gelmeyecek. Geceye ait olanlara bir hırsız gibi gelecek olsa da, ışık ve gündüz çocuklarına kendi acı beklentilerine bir yanıt olarak gelecektir (1Se. 5:4-10).

İsa’yı gerçekten seven herkes için bu bir yas tutma zamanıdır. Neden? Kendisinin de bu kadar basitçe ifade ettiği gibi, çünkü O burada değildir (Matta 9:15). Çünkü O bizden alınmıştır. O burada değilken her şey yolundaymış gibi davranmamalıyız. Dünyevi nişanlımızdan ayrı kaldığımızda onu ne kadar özleyeceğimizi bir düşünün. Cennetteki Güveyimizi bundan daha az özleyemeyiz! Ayrılığa alışmak yerine, bizi sürekli olarak O’nun özlemi ve beklentisi içinde kalmaya teşvik eder. Eğer gerçekten O’nu söylediğimiz gibi seviyorsak, O’nun için ve O’nun görünmesi için yakıcı bir acı ve sürekli bir inilti içinde yaşamak, yüreğin tek uygun duruşudur.

İsa bize Kutsal Ruhu’nu hem gecikmenin ortasında yüreklerimizi teselli etmek hem de O’nun aradığı yası içimizde üretmek için vermiştir. Ruh içimizde İsa’ya karşı büyüyen bir özlem uyandıracaktır. Dünya çapında Mesih’in Gelini’nin yüreklerinde tam olgunluğa erişmek için güçlü bir açlık yaratacak, bu yas sonuçta Rab’bin Günü’nü hızlandıracaktır (2Pe. 3:12). İsa, bu kabaran, her şeyi tüketen “Gel, Rab İsa!” çığlığına doğrudan yanıt olarak geri dönecektir. Ve bu çağ, büyük yasımız ve özlemimiz sonunda İsa’nın ikinci gelişinde teselli bulurken, nihai sonuna doğru ilerleyecektir (Va. 22:17).

İşte davetiyemizi burada buluyoruz. İsa’nın arayan gözleri içimizde bir konut bulmayı arzular ve kıskanç yüreği bizi O’na olan radikal sevgiden daha az bir şeyle bırakmayı reddeder. Bu sevginin bir kısmı, O’nun yokluğunda özlem, yas ve oruçta ifadesini bulur. O’nu sevdiğimiz için, O’nun için yas tutma zamanıdır. Yine de bu özlem hiç yoktan ortaya çıkmaz. O’nu görmüş ve gerçekten tanımış olmanın doğrudan bir sonucudur. Bu nedenle, ancak Ruh gözlerimizi O’nu görmek ve O’nu olduğu gibi tanımak için açtığında — tüm eşsiz güzelliği ve akıl ermez zenginlikleriyle — ateşli sevgi yüreklerimizi kavrayacak ve hafif özlemlerimizi gerçek tutkuya ve O’na duyulan sönmez arzuya dönüştürecektir (Ef. 1:16; 3:8; Rom. 5:5; 9:5).



Bu makale Dana Candler’in “Mourning for the Bridegroom” adlı kitabının 1. bölümünden Türkçeye çevrilmiş bir alıntıdır.

Dipnotlar

Yorumlar